18 Mart 2010 Perşembe

Tarih 1960 Nisan. Giderek diktatörlüğe dönü­şen Demokrat Parti yönetimi CHP'yi, ik­tidara gelmek için hücre örgütü kurmak, silahlı ayaklanma hazırlamakla suçlar ve bu iddiayı kanıtlama iddiası üzerine bir Tahki­kat Komisyonu kurar. Meclis'teki DP'lilerin oluşturacağı bu komisyon, ana mu­halefet partisinin bütün eylemlerini soruş­turacak ve kararlar yargı hük­münde olacaktır.

İsmet İnönü, olanlara tepkisini Meclis kürsü­sünde o ünlü cümleyi söyleyerek göste­rir: "Bir idare insan haklarını tanımaz ve baskı rejimi kurarsa o memlekette ihtilal kaçınılmaz olur. Bu yolda devam ederseniz, sizi ben bile kurtaramam..."

İnönü, ağır bir konuşmadan sonra DP'lilerin oylarıyla 12 oturum için Meclis'ten çıkarılır. Artık Meclis'te CHP'nin eli kolu bağlıdır. Geriye tek bir seçenek kalmıştır: Sokağa in­mek...

Ama nasıl?.. Sokak o kadar ağır bir baskı altındadır ki, en küçük bir deneme bile şiddetle cezalandırılmaktadır. Toplantı, yürüyüş, miting yapmak yasaktır.

İşte tam o günlerde Suphi Baykam, ne yapıp yapıp İs­met Paşa'yı sokağa çıkarmak gerektiğini düşünür ve yürü­yüş yasağını delmek için masum bir yol bulur: İsmet Paşa, Kızılay'a gidecek ve bankadan para çekecektir...

Baykam, CHP grup toplantısının olduğu bir gün, bütün gençlik örgütüne ve üniversitelere haber salar: "İsmet Paşa saat 17:00'de Kızılay'da olacak..."

Bu haber kulaktan kulağa yayılırken Baykam, CHP grup toplantısında Paşa'nın yanına oturur ve kulağına eğilip, "Paşam, ben Mevhibe Hanım'la konuştum. Siz bu sabah çı­karken para almayı unutmuşsunuz. Kapanmadan bankaya uğrayıp, para çekmemiz lazım" der.

Paşa, eski kurttur. Baykam'ın niyetini hemen anlar, "Sen dışarda bekle geliyorum" diye yanıtlar. Nitekim 10 da­kika sonra tuvalet bahanesiyle grup salonundan çıkar ve ka­pıda bekleyen Baykam'a "Haydi doktor gidiyoruz" der. Sonra da bu genç milletvekilinin koluna girip Kızılay'a doğ­ru "yürüyüşe geçer."

Görülecek sahnedir: Paşa yürürken bir anda çevresi ku­şatılır. "İsmet Paşa çok yaşa," "Kahrolsun diktatörler" slo­ganları Kızılay'ı çınlatır.

Paşa bankaya girdiğinde, emniyet müdürü soluk soluğa yetişir ve rica eder: "Lütfen Pa­şa'yı bankadan biz götürelim. Dışarısı kala­balık, tehlike olabilir."

Ama Paşa'nın canı açık havada yürümek istemiş­tir. "Yürüyeceğim" der. Bankadan çıktıkları anda bir insan deniziyle karşılaşırlar. Meydan dol­muş, trafik felç olmuştur. 200 metre ötedeki Halk Partisi binasına tam 40 dakikada ulaşır­lar.

Sessizlik delinmiştir.

* * *

Son 8 yıl, 1960 Nisan'ına ne kadar da benziyor... Yine her tür demokratik tepki yasak ve polis yine barışçı gösterileri şiddet ve hiddetle bastırıyor. 50 yıl önce İsmet Pa­şa'nın yürüdüğü meydanda bugün tutuklu yakınları, memurlar, işçiler, öğrenciler kıya­sıya dövülüyor. İktidar kendi sonunu hazırlı­yor. Tarih ahmaklar için tekrar tekerrür ediyor. Anlıyacağımız iktidar aynı şekilde davranıyor..


Asıl değişiklik muhalefette... Ne yazık ki; artık bu azgın iktidara "Durun yoksa sizi ben bile kurtaramam" diyebile­cek ve ceketini kapıp, Kızılay'a eyleme koşacak çapta bir si­yasal önderlik yok. Basın toplantılarında ya da grupta "as­lan" kesilen "sosyal demokratlar", popülist söylemlerle hayal dünyasında koşturan sahte solcular ve sözüm ona bir takım olağan partiye rakip olmaya çalışan siyasi oyuncular sokağa çıkmaya utanır haldeler...


Deniz Baykal'ı ve Baykal'a karşı duran diğer solcu(!)ları bu cumartesi saat 17:00'da Kızılay'daki bankamatikten para çekmeye giderken düşünebiliyor musunuz?

Ben düşünemiyorum...

Ve galiba Türkiye'nin asıl sorunu da burada...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder