16 Mayıs 2010 Pazar

Deniz Baykal...

Üzücü bir olay diye bakıyorum sadece. Kardeşim yolladı bana ilk başta videoyu ilk tepkim, ahlaksızlık bu oldu fakat orda sözü edilen konuya değil bunun kamera kaydına alınması.. Ardından istifa geldi ve gündem gelişti.

"Yapma başkan, yapma!"
"Baykal'a yapılan ahlaksızlıktır."
"Baykalın yanında olmalıyız"

Bu sözleri işittik ve işitiyoruz..

Türkiye siyasi tarihinde değişmezlerdendir baykal, sadece bir dönem meclis dışı kalmış fakat ardından gene eski yerini almıştır. Baykalı anlatmaya gerek duymuyorum...

Beri yandan da benim dikkat çekmek istediğim konu, Nesrin Baytok...

8 Mart'ta aslanlar gibi meydanları dolduran aslan sosyal demokratlar, sadece bir güne özel mi kadınlarımızı hatırlayacak? Nerde o meydanların ateşleri şimdi? Hepsi Baykal'ın kapısında yatmak yerine, inseler meydanlara nasıl olur acaba?

Komplodur değildir, gerçektir değildir, herşeyi bir kenara bırakıp düşünelim..

Bu video sadece 1 kişiyi yıpratmadı, belkide Baykal'dan çok Baytok'u etkiledi.. Bir bayan için ne kadar zor olduğunu düşünmektense şuan insanlar, medya önünde, Baykal'ın evinde onları izlediğini düşünerek göz yaşı dökmekte, geri dönebilme olasılığını düşünerek sessiz kalmakta ve benim en çok içimi acıtan şeyi yapmakta.. Nesrin Baytok, unutulmakta...

25 Mart 2010 Perşembe

Bu Topraklar Üzerinde Sosyalizm

yagmur çiseliyor,
korkarak
yavaş sesle
bir ihanet konuşması gibi.
yağmur çiseliyor,
beyaz ve çıplak murted ayaklarının
ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.
yağmur çiseliyor.
serezin esnaf çarsısında,
bir bakırcı dükkanının karşısında
Bedreddinim bir ağaca asılı.
yağmur çiseliyor.
gecenin gec ve yıldızsız bir saatidir.
ve yağmurda ıslanan
yapraksız bir dalda sallanan şeyhimin
çırıl çıplak etidir.
yağmur çiseliyor.
serez çarşısı dilsiz,
serez çarşısı kor.
havada konusmamanın, görmemenin kahrolası hüznü
ve serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü.
yağmur çiseliyor." N.Hikmet

Trakya'nın haritada görünen yeşil ovalarından, Dicle ve Fırat'ın arasına, Mezopotamya topraklarına kadardır, Orta Asya'dan at üstünde gelip uçakla geri dönen bu uygarlığın toprakları.. Ne fazlası ne eksiğidir, doğal olan sınırlarıdır. 939 yıldır hüküm sürerler bu topraklarda..

Bedreddinler, Suphiler, Nazımlar, Mahirler.. gelir geçer buralardan.. kimi ilk nefer kimi son nefer olarak adını yazdırır Türkiye tarihinin acımasız ve tozlu sayfalarına.

Bir bakmışsın serez çarşı kör olur bir anda bedreddinin sallanan vücuduna
Bir bakmışsın Karadeniz mezar olur Suphi ve diğer on iç kişiye
Bir bakmışsın biri karşı kıyıdan seslenir Pirayesine
Bir bakmışsın biri de Kızıldere'de kapar gözlerini sol göğsünün altında yatan sosyalizmle...


Geriye ne kalır? 80 öncesinden günümüze kalan üzerinden bir silindir geçmiş gibi çırpınan bir nesil, halan daha onların ruhunu yaşatmaya çalışan bayraklar ve ne acıdır ki sadece ölüm yıldönümlerinde onları anan bir grup insan..





22 Mart 2010 Pazartesi

Hamam Böceği

Hamam böcekleri, 2.000 metreden daha yüksek yerler ve kutup bölgeleri dışında, dünyanın her yanında bulunurlar.Çok dayanıklı hayvanlardır.Radyasyona direnç gösterirler, yemek ayrımı neredeyse hiç yapmazlar, plastik bile yerler.Kafaları kopunca yaklaşık 9 gün yaşayabilirler. (Kaynak: wikipedia)

Günlerdir aklımda bu hamam böceği ve birazdan üstünde duracağım konu. Nasıl bir ilişki kurduğumu anladığınız da eminim ki bir çoğumuz benim ile aynı fikri paylaşacak..

Hamam böcekleri günümüz iktidarının atalarıdır....

...-1923'e kadar var oldular bir şekilde.. Cumhuriyetten sonra ara sıra saklandıkları yerlerden çıkarak topluma karıştılar..Toplumda sürekli şekil ve yer değiştirerek kitlelerini arttırdılar her darbe ve muhtura da saklandıkları yerlere geri döndüler. Ülkenin geçirdiği zorluklar, krizler, kıtlıklar onları hiç etkilemedi.. İnsanlar onları küçük bir kitle olarak gördüler, küçümsediler... Çoğaldılar, çoğalmakla kalmadılar kendilerinden olmayanları ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yaptılar.. Yaktılar...

Bir kez daha şekil değiştirdiler.. Kendilerine "ılımlı" dediler.. Toplumun her kitlesine kucak açtılar, değiştirdikleri şekilleri onları ele vermedi.. İnandırdılar...

Bir süre sonra toplumda sadece onlar yer aldı.. Geçmiş günlerde kalan diğer canlılar onlar kadar dayanıklı olmadığından ya yok oldular ya da hamamböceklerinin eski yerlerine sığınmak zorunda kaldılar..

Ne zaman hamam böceklerine karşı biri çıksa susturdular.. Kendilerini hiç ama hiç etkilemeyen yasalar çıkardılar, cezalar yarattılar.. Ve bir şekilde toplumun alkışını aldılar.. Ve herkes için de yolun sonunu hazırladılar..

Sorabilceğim tek soru var; Suçlu hamam böceği mi yok sa hamam böceklerini görmezden gelen bizler mi?

20 Mart 2010 Cumartesi

Birliktelikten Uzak Sol

"Alternatif oluşum.."
"Bütün sınıflara hitap ediyoruz."
"CHP sol değil."
"Baykal'la olmaz."
"YENİ PARTİ LAZIM"

Neden diye soruyorum, realizm den uzak sol düşüncelere neden sahibiz? Neden hayal dünyasında yaşattığımız idealist düşüncelerimizi bir kenarara bırakıp; solun gerektirdiği düşünme eylemini gerçekleştirmiyoruz?

Yeni bir parti daha kurulmuş sanırım "Çağdaş Sol" uzantılı, adı da Eşitlik ve Demokrasi Partisi.. Hayırlı olsun ve yakın bir zamanda uğurlar olsun.. Heves baltacılığı değil bu yaptığım ama ortada olan bir gerçek var; olmuyor!

İnternetten baktığım zaman EDP ile ilgili haberlere çoğunlukla "solda tek çatı" gibi güzel söylemler yer alıyor. AKP'nin yüzer gezer Alevileri iyiden iyiye yanına çektiği bir dönemde Alevi desteğinden bahsediliyor. Alevi desteği ne zaman bir partiyi iktidar ya da söz sahibi yapmıştır? Sayılar ve istatistikler bize bazı şeyler söylemek istiyor sanki..

*Türkiyedeki en çok Alevi köyü 534 tane olmak üzere SİVAS ilinde.. Sivası'da arkasından Erzurum takip ediyor..

*Anadolu Alevilerinin yaşadığı şehirler öncelikle AKP ardından da MHP nin önde geldiği iller

*Arap Alevileri ise sadece Mersin-Adana-Hatay hattında yaşamakta. Mersin:CHP Adana:MHP Hatay:AKP...

Daha bitmedi devamı gelecek...

18 Mart 2010 Perşembe

Tarih 1960 Nisan. Giderek diktatörlüğe dönü­şen Demokrat Parti yönetimi CHP'yi, ik­tidara gelmek için hücre örgütü kurmak, silahlı ayaklanma hazırlamakla suçlar ve bu iddiayı kanıtlama iddiası üzerine bir Tahki­kat Komisyonu kurar. Meclis'teki DP'lilerin oluşturacağı bu komisyon, ana mu­halefet partisinin bütün eylemlerini soruş­turacak ve kararlar yargı hük­münde olacaktır.

İsmet İnönü, olanlara tepkisini Meclis kürsü­sünde o ünlü cümleyi söyleyerek göste­rir: "Bir idare insan haklarını tanımaz ve baskı rejimi kurarsa o memlekette ihtilal kaçınılmaz olur. Bu yolda devam ederseniz, sizi ben bile kurtaramam..."

İnönü, ağır bir konuşmadan sonra DP'lilerin oylarıyla 12 oturum için Meclis'ten çıkarılır. Artık Meclis'te CHP'nin eli kolu bağlıdır. Geriye tek bir seçenek kalmıştır: Sokağa in­mek...

Ama nasıl?.. Sokak o kadar ağır bir baskı altındadır ki, en küçük bir deneme bile şiddetle cezalandırılmaktadır. Toplantı, yürüyüş, miting yapmak yasaktır.

İşte tam o günlerde Suphi Baykam, ne yapıp yapıp İs­met Paşa'yı sokağa çıkarmak gerektiğini düşünür ve yürü­yüş yasağını delmek için masum bir yol bulur: İsmet Paşa, Kızılay'a gidecek ve bankadan para çekecektir...

Baykam, CHP grup toplantısının olduğu bir gün, bütün gençlik örgütüne ve üniversitelere haber salar: "İsmet Paşa saat 17:00'de Kızılay'da olacak..."

Bu haber kulaktan kulağa yayılırken Baykam, CHP grup toplantısında Paşa'nın yanına oturur ve kulağına eğilip, "Paşam, ben Mevhibe Hanım'la konuştum. Siz bu sabah çı­karken para almayı unutmuşsunuz. Kapanmadan bankaya uğrayıp, para çekmemiz lazım" der.

Paşa, eski kurttur. Baykam'ın niyetini hemen anlar, "Sen dışarda bekle geliyorum" diye yanıtlar. Nitekim 10 da­kika sonra tuvalet bahanesiyle grup salonundan çıkar ve ka­pıda bekleyen Baykam'a "Haydi doktor gidiyoruz" der. Sonra da bu genç milletvekilinin koluna girip Kızılay'a doğ­ru "yürüyüşe geçer."

Görülecek sahnedir: Paşa yürürken bir anda çevresi ku­şatılır. "İsmet Paşa çok yaşa," "Kahrolsun diktatörler" slo­ganları Kızılay'ı çınlatır.

Paşa bankaya girdiğinde, emniyet müdürü soluk soluğa yetişir ve rica eder: "Lütfen Pa­şa'yı bankadan biz götürelim. Dışarısı kala­balık, tehlike olabilir."

Ama Paşa'nın canı açık havada yürümek istemiş­tir. "Yürüyeceğim" der. Bankadan çıktıkları anda bir insan deniziyle karşılaşırlar. Meydan dol­muş, trafik felç olmuştur. 200 metre ötedeki Halk Partisi binasına tam 40 dakikada ulaşır­lar.

Sessizlik delinmiştir.

* * *

Son 8 yıl, 1960 Nisan'ına ne kadar da benziyor... Yine her tür demokratik tepki yasak ve polis yine barışçı gösterileri şiddet ve hiddetle bastırıyor. 50 yıl önce İsmet Pa­şa'nın yürüdüğü meydanda bugün tutuklu yakınları, memurlar, işçiler, öğrenciler kıya­sıya dövülüyor. İktidar kendi sonunu hazırlı­yor. Tarih ahmaklar için tekrar tekerrür ediyor. Anlıyacağımız iktidar aynı şekilde davranıyor..


Asıl değişiklik muhalefette... Ne yazık ki; artık bu azgın iktidara "Durun yoksa sizi ben bile kurtaramam" diyebile­cek ve ceketini kapıp, Kızılay'a eyleme koşacak çapta bir si­yasal önderlik yok. Basın toplantılarında ya da grupta "as­lan" kesilen "sosyal demokratlar", popülist söylemlerle hayal dünyasında koşturan sahte solcular ve sözüm ona bir takım olağan partiye rakip olmaya çalışan siyasi oyuncular sokağa çıkmaya utanır haldeler...


Deniz Baykal'ı ve Baykal'a karşı duran diğer solcu(!)ları bu cumartesi saat 17:00'da Kızılay'daki bankamatikten para çekmeye giderken düşünebiliyor musunuz?

Ben düşünemiyorum...

Ve galiba Türkiye'nin asıl sorunu da burada...