Tarih 1960 Nisan. Giderek diktatörlüğe dönüşen Demokrat Parti yönetimi CHP'yi, iktidara gelmek için hücre örgütü kurmak, silahlı ayaklanma hazırlamakla suçlar ve bu iddiayı kanıtlama iddiası üzerine bir Tahkikat Komisyonu kurar. Meclis'teki DP'lilerin oluşturacağı bu komisyon, ana muhalefet partisinin bütün eylemlerini soruşturacak ve kararlar yargı hükmünde olacaktır.
İsmet İnönü, olanlara tepkisini Meclis kürsüsünde o ünlü cümleyi söyleyerek gösterir: "Bir idare insan haklarını tanımaz ve baskı rejimi kurarsa o memlekette ihtilal kaçınılmaz olur. Bu yolda devam ederseniz, sizi ben bile kurtaramam..."
İnönü, ağır bir konuşmadan sonra DP'lilerin oylarıyla 12 oturum için Meclis'ten çıkarılır. Artık Meclis'te CHP'nin eli kolu bağlıdır. Geriye tek bir seçenek kalmıştır: Sokağa inmek...
Ama nasıl?.. Sokak o kadar ağır bir baskı altındadır ki, en küçük bir deneme bile şiddetle cezalandırılmaktadır. Toplantı, yürüyüş, miting yapmak yasaktır.
İşte tam o günlerde Suphi Baykam, ne yapıp yapıp İsmet Paşa'yı sokağa çıkarmak gerektiğini düşünür ve yürüyüş yasağını delmek için masum bir yol bulur: İsmet Paşa, Kızılay'a gidecek ve bankadan para çekecektir...
Baykam, CHP grup toplantısının olduğu bir gün, bütün gençlik örgütüne ve üniversitelere haber salar: "İsmet Paşa saat 17:00'de Kızılay'da olacak..."
Bu haber kulaktan kulağa yayılırken Baykam, CHP grup toplantısında Paşa'nın yanına oturur ve kulağına eğilip, "Paşam, ben Mevhibe Hanım'la konuştum. Siz bu sabah çıkarken para almayı unutmuşsunuz. Kapanmadan bankaya uğrayıp, para çekmemiz lazım" der.
Paşa, eski kurttur. Baykam'ın niyetini hemen anlar, "Sen dışarda bekle geliyorum" diye yanıtlar. Nitekim 10 dakika sonra tuvalet bahanesiyle grup salonundan çıkar ve kapıda bekleyen Baykam'a "Haydi doktor gidiyoruz" der. Sonra da bu genç milletvekilinin koluna girip Kızılay'a doğru "yürüyüşe geçer."
Görülecek sahnedir: Paşa yürürken bir anda çevresi kuşatılır. "İsmet Paşa çok yaşa," "Kahrolsun diktatörler" sloganları Kızılay'ı çınlatır.
Paşa bankaya girdiğinde, emniyet müdürü soluk soluğa yetişir ve rica eder: "Lütfen Paşa'yı bankadan biz götürelim. Dışarısı kalabalık, tehlike olabilir."
Ama Paşa'nın canı açık havada yürümek istemiştir. "Yürüyeceğim" der. Bankadan çıktıkları anda bir insan deniziyle karşılaşırlar. Meydan dolmuş, trafik felç olmuştur. 200 metre ötedeki Halk Partisi binasına tam 40 dakikada ulaşırlar.
Sessizlik delinmiştir.
* * *
Son 8 yıl, 1960 Nisan'ına ne kadar da benziyor... Yine her tür demokratik tepki yasak ve polis yine barışçı gösterileri şiddet ve hiddetle bastırıyor. 50 yıl önce İsmet Paşa'nın yürüdüğü meydanda bugün tutuklu yakınları, memurlar, işçiler, öğrenciler kıyasıya dövülüyor. İktidar kendi sonunu hazırlıyor. Tarih ahmaklar için tekrar tekerrür ediyor. Anlıyacağımız iktidar aynı şekilde davranıyor..
Asıl değişiklik muhalefette... Ne yazık ki; artık bu azgın iktidara "Durun yoksa sizi ben bile kurtaramam" diyebilecek ve ceketini kapıp, Kızılay'a eyleme koşacak çapta bir siyasal önderlik yok. Basın toplantılarında ya da grupta "aslan" kesilen "sosyal demokratlar", popülist söylemlerle hayal dünyasında koşturan sahte solcular ve sözüm ona bir takım olağan partiye rakip olmaya çalışan siyasi oyuncular sokağa çıkmaya utanır haldeler...
Deniz Baykal'ı ve Baykal'a karşı duran diğer solcu(!)ları bu cumartesi saat 17:00'da Kızılay'daki bankamatikten para çekmeye giderken düşünebiliyor musunuz?
Ben düşünemiyorum...
Ve galiba Türkiye'nin asıl sorunu da burada...